Blog

Doug Aitken’in İçimizdeki Şehirlerinde Birleştirici Dikişler

12 Ağustos 2025 Sal

Yürüyordu insanlar, caddenin ötekileri, sonsuz isimsizler, saniyede yirmi bir can, yüzleri ve pigmentleriyle ırklarını kabarta kabarta, en fani varoluşu saçarak. (…) Gözlerini bilgisayar ekranlarından ayırıp sokağa doğru çevirdi. (…) Çevresindeki caddeyi aralıksızlığıyla hissetti, şifreli devinim ve dans anlarıyla birbirinin yanından geçen insanları. (…) Çeyrek saniyelik bir bakışma bile şehri işlevsel kılan anlaşmaların ihlaliydi. (…) Dokunulmazlık namına sözleşilmişti. Eski kültürlerin buluştuğu, sert  ve sıkı sıkıya örülmüş; sokaktan geçenlerin, güvenlik görevlilerinin, vitrine yapışmış müşterilerin, boş gezen ahmakların doluştuğu bu yerde dahi insanlar birbirine dokunmazdı. 1

Doug Aitken'in çeşitli eserlerinden oluşan, Jérôme Sans'ın Borusan Contemporary için küratörlüğünü üstlendiği İçimdeki Şehir adlı içedönük solo sergide kent sakini başrolü üstleniyor. Birçok parçaya ayrılmış bir figür olan bu kent sakini serginin baş köşesinde oturarak, "kendi başına yalnızca birbirine bağlı bir bilişsel sistemin alanı değil, aynı zamanda –ve daha da önemlisi– bu sistemin mekânsal ve maddi temsili haline gelmiş" 2 olan çağdaş şehrin bir yansımasına dönüşüyor. Parçalanan, bölünen ve sonra neredeyse gelişigüzel bir şekilde tekrar birleştirilen Kartezyen özne, sonsuz bir anlık bilgi ağına dijital erişimin bireyleri atomize ettiği bir şehirde korumanın imkânsız (değilse bile anlamsız) olduğu uzak bir geçmişe ait bir mit halini alıyor. Aitken'in eserlerinde aynalar, yansıtıcı yüzey parçaları, kumaş örnekleri ve ışık partikülleri bu atomik düzeyde ayrışmaya dönüşüyor; ıssızlaşmış bireyler veri parçacıklarıyla, duygulanım kıvılcımlarıyla ve deneyim zerreleriyle karşılaşıyor. İçimdeki Şehir, Perili Köşk'ün lobisinde bizi karşılayan Yükselen Merdiven (2024) ile bu temanın sinyallerini verirken; Aitken'in mekâna özgü tasarladığı bu eser, ziyaretçilerin hem kendileri hem çevreleri ile olan ilişkisini hareketli bir yapı üzerinden parçalar ve yansıtır. Çağdaş ortamdaki parçalanmışlık ve başkalığı öne çıkaran bu değişime uğramış fenomenolojik deneyim, uyurgezerler'de (2007) daha da derinleşir. İlk olarak New York’taki Modern Sanat Müzesi (MoMA) cephelerine yansıtılan bir dış mekân sergisi olarak kurgulanmış bu çok kanallı video çalışması, beş New York sakininin şehrin farklı bölgelerinden diğerine yaptığı gezintileri parça parça izler. Farklı ekranlara yansıtılan bu kişiler adeta birbirini yansıtırlar. Perili Köşk için tasarlanmış olan yerleştirmede, kent sakinlerinin parçalanmışlığı ve ıssızlığı yeni bir zirveye ulaşır; aynalı galeri duvarları hem ekrandaki özneleri hem de onları seyreden ziyaretçileri çoğaltır, yansıtır ve parçalara ayırır. Ziyaretçilerin, ekrandaki sanal kentsel dokulara yansıtılması, ıssızlaşmanın ve parçalanmanın kendi paylarına düşen kısmını almaktan muaf tutmadan onları da bu kent deneyiminin parçası haline getirir.

Böylesi bir parçalanmayı öngören kentsel deneyim, özellikle 3 Modern Figür (nefes almayı unutma) (2018) adlı eserde belirginleşir. Bu eserde yer alan gerçek boyuttaki üç figür akıllı telefonlarına öyle yoğunlaşmış haldedir ki, figürler fiziken yakın olmalarına rağmen birbirlerini tamamen görmezden gelecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Dijital veri ve bilgi akışına karışmayı daha da vurgulamak için renkli LED ışıklarla aydınlatılmış bu sahne, Guy Debord'un bir zamanlar tüm toplumsal bağların seyir ilişkileri içinde çözülmesi olarak tanımladığı durumu somutlaştırır gibidir: "İzleyicileri birbirine bağlayan şey, bizzat kendi tecritlerini sürdüren merkezde kurulan geridönüşsüz bir ilişkidir. Gösteri ayrı olanı birleştirir, ama ayrı olarak birleştirir." 3 Debord'a göre, böyle bir ayrışma özneliğin kaçınılmaz bir parçasıdır; insanın teknoloji aracılığıyla gerçek yaşam dünyalarından 4 sürgün edilmesi, sonunda öznenin kendi içinde parçalanmasına yol açar. 5 Aitken'in üç figürü, aslında parçalanıp çeşitli kimliklere bölünmüş tek bir öznenin farklı kişileştirmelerinin temsili olarak da okunabilir. Kartezyen öznenin yetkinlik, merkezilik ve sabitlik iddialarından vazgeçilmesi önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilse de, bu uçucu dijital ağ içerisinde toplumsal bağlarımızı koruyup koruyamadığımız sorusunun Aitken'in eserlerinde de yer eden bir endişe olduğu söylenebilir.

Doug Aitken, Yükselen Merdiven, 2024.
Sergiden görünüm; © Doug Aitken, Sanatçının izniyle; Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu, İstanbul. Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.

Aitken'in Bayraklar ve Enkaz (2021) adlı eserini ürettiği küresel pandemi döneminde, toplumsal bağlardaki ve kamusal alanlardaki aşınma, dijital iletişim araçlarının eskiye kıyasla daha da yoğun kullanımıyla eş güdümlü ilerliyordu. Üç kanallı bu video çalışması, kumaş parçalarından dikilmiş koza benzeri pelerinlere bürünmüş haldeki yalnız figürlerin terk edilmiş bir kentsel alan içerisinde gezinmelerini ve dans etmelerini betimler. Bu distopik manzara, Mark Fisher'ın kapitalist gerçekçilik olarak adlandırdığı, "kalan tek şey, harabeler ve kutsal emanetler arasında tökezleyerek yürümeye çalışan tüketici-seyircidir" 6 diye özetlediği durumun bir temsili gibidir. Buna rağmen, bu karanlık atmosferin ortasında, un ufak hale gelen toplumsal bağların dönüştürülebileceği bir alanın açıldığı da söylenebilir. Pandemi sürecinde atölyesindeki kumaş artıklarından kolajlar yaratmaya başlayan Aitken, bu dönemde bir dizi pankart üretmişti; bu seriye ait Dijital Detoks (2020) adlı eser, Bayraklar ve Enkaz'ın yanıbaşındaki duvarı süslemektedir. Morallerin oldukça düşük olduğu bir dönemde üretilen bu pankartlarda dikiş, bir tür özen, onarım ve yetinim eylemi olarak karşımıza çıkar. Üç kanallı videonun bir sahnesinde pankartı kuşanmış yalnız bir figürün bir başkasıyla karşılaşıp onunla dans etmesi, aynı zamanda başkalarıyla özen ve onarım sayesinde bağ kurduğumuzu ve bu şekilde hayatta kaldığımızı ifade eder gibidir. Bedenimizle çağdaş şehirlerin sokaklarında dolanır, yeni izlenimler ve ilişkilenimleri dizi dizi derleyip birbirine dikerken, bu toplama eylemi aracılığıyla kendimizi ve şehri de bir dizi dönüşüme açmış oluruz. Bireyin çağdaş mekâna ve yeni toplumsal bağlara açılması, bu bağlamda Aitken'in dikiş pratiğinin merkezinde yer alır. Videoda şehrin çeşitli noktalarına asılmış olan bu dikilmiş pankartlar, bizi başkalarıyla birbirimize bağlayan kolektif eylem ve iletişim ihtiyacının ne kadar zorunlu olduğunu da ortaya koyar: Yalnızca imgeleri ve izlenimleri uç uca getirmenin ötesinde, sadece ve sadece birlikte el ele verdiğimizde yeni yaşam dünyalarına bir araya yan yana dikebiliriz.

1- Don DeLillo, Cosmopolis: A Novel (Londra: Picador, 2003), ss. 19; 64; 66.

2- William J. Mitchell,  Me++: The Cyborg Self and the Networked City (Cambridge ve Londra: The MIT Press, 2003), s. 19.

3- Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996), s. 22.

4- Lebenswelt (yaşam dünyası) bir fenomenolojik terim olarak öznelerin paylaştığı yaşam tecrübesinin tümüne işaret eder. Bu konunun tartışıldığı bir eser için bkz. Edmund Husserl, Die Krisis der europäischen Wissenschaften und die transzendentale Phänomenologie [Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transandantal Fenomenoloji] (Meiner, 1996).

5- Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996), s. 18.

6- Mark Fisher, Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok mu?, çev. Gül Çağalı Güven (İstanbul: Habitus Yayıncılık, 2011), s. 11.

 

YAZAR HAKKINDA
Ekin Pınar, Orta Doğu Teknik Üniversitesi mimarlık fakültesinde öğretim üyesidir. "Canyon Collective Artists: Micropolitics in West Coast Experimental Film, 1960-79" başlıklı teziyle Pennsylvania Üniversitesi'nde Sanat Tarihi doktorasını tamamlamıştır. Ekin, Philadelphia Sanat Müzesi'nde Zigrosser Bursiyeri ve film asistanı olarak görev yapmış, 2013 tarihli Léger: Modern Art in the Metropolis sergisiyle eş zamanlı olarak bir dizi deneysel film gösteriminin küratörlüğünü Anna Vallye ile birlikte üstlenmiştir. 2021-22 yıllarında "Canyon Cinema Discovered" Küratöryel Araştırma Görevlisi olarak Insurgent Articulations adlı bir film sergisinin küratörlüğünü yapmıştır. Pennsylvania Üniversitesi'nin yerleşik Film Kültürü Programı'nda direktör, Philadelphia Çağdaş Sanat Enstitüsü'nde doçent olarak görev yapmıştır. Çalışmaları Camera Obscura, animation: an interdisciplinary journal, Film Criticism, Quarterly Review of Film and Video, ARCHNET-IJAR, Journal of Design Studio, Open Screens gibi süreli yayınlarda ve Mobility and Fantasy isimli yazı derlemesinde yayımlanmıştır. Genişletilmiş sinemanın tarihi ve hareketli imaj sergileme alanları ve pratiklerine dair araştırmalarına devam etmektedir.

Sayfayı Paylaş