Blog

Işık, etkileşim ve sanat tarihi

21 Kasım 2020 Cts

Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu sürekli kendini yeniliyor - ve doğası gereği zaten de böyle olmak durumunda; teknik manada yeni medya, heykel, video, fotoğraf, resim ve mekâna özgü, ağırlıkla ışık temelli yerleştirmeleri ile öne çıkıyor.

EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com

Ben de vakit ayırdığınız için minnet duyduğum bu yazıda, koleksiyondaki yapıtların birbirleriyle kurduğu iletişim ve etkileşim özelinde bir okuma denemesi yapmaya ve 2020 Türkiye ile Dünyasında bir koleksiyonun ne vasıf ve vizyonla var olmaya çalıştığını izah etmeye çalışacağım.

Sözlerime, kuruluşun koleksiyonunda dikkati çeken en bariz özelliğiyle, ışık temelli, mekâna özgü yerleştirmeleriyle başlamak istiyorum. İstanbul Rumelihisarı’ndaki tarihi ‘Perili Köşk’ ve İstanbul İstiklâl Caddesi üzerindeki Borusan Müzik Evi binası, bu meyanda bir düş ve içerik ‘serası’ gibi, kendini belli ediyor. Zaman içinde türlü etkinliklerle bu yapılara teğellenerek görücüye çıkmış nice eser, bana kalırsa koleksiyonun analizini yapabilmek adına en alenî çıkış noktasını teşkil ediyor. Burada hem bir ironi, hem de analojik bir güzelleme yaparak, sanırım, sözlerimin daha iyi anlaşılabileceğini umuyorum: Aydınlanma.

Işık temelli bu çağdaş sanat yapıtları, kurumun teknoloji, bilim ve akıl ile kurduğu ilkesel bağı neredeyse estetize ederek, pozitif bir provokasyon içinde, sembolize ediyor.  Eserler bu yönüyle de gerek kamuoyu, gerekse çalışanlarına yeniden, büyüleyici bir illüzyon zevki içinde sınırsız bir ilham ve ihtimal kaynağı haline geliyor.

Keza yapıtlar, sanatın evrensel dilinde, bayrak, inanç ve ırk gözetmeyen nice ebat, form ve rengi zenginlikle kendine ve birbirlerine mal ediyor. Bu durumun, bir kurumun ‘kültür politikası’nı sembolize etme potansiyeli adına cüretkâr olduğu kadar, çocuksu bir merak, eğlence ve masumiyet duygusu taşıdığını da öne sürmek istiyorum.

Ivan Navarro, Kısayollar, 2005.

Işık temelli bu işleri, gerek ofisleri, gerekse kültür sanat alanları içinde yarattığı etkiyle büyüteç aldığımızda, yapıtların yaşamı ve mekânı dönüştürme potansiyeli, hayli ağır basıyor. Bu imkânın farkındaki sanatçıların kimileri, optik yaratıcılık hünerleri ile bizi kendilerine hayran bırakırken, kimileri kavramsal veya dilbilgisel maharetlerini gözler / sözler önüne seriyor.

Misal, Maurizio Nannucci’nin sıcak bir rengi tercih ederek ürettiği neon işi, Sufice veya Zen duygusu ihtiva eden bir İngilizce tümceyi / aforizmayı alt üst ederek hayata mal ediyor. ‘Blending the visible with invisible’ / ‘Görüneni görünmeyenle karıştırmak’ diyen Nannucci, kuşkudan yapıcı bir filozoflukla beslendiği bu işinde, bir anlamda kavramsal bir peyzaj da üreterek, fikrin ürettiği manzaranın aksini, yazının dibine düşürüyor. Sanatçı aynı kışkırtıcı yalınlığı, sarı neonla gönüllere ve zihinlere açtığı dikey ‘Gözlerini Dinle’/’Listen to your eyes’ şeklindeki şairane yerleştirmeyle de yineliyor. Nannucci’nin koleksiyondaki resim-yapıtı ‘Hareket’ de, yine aynı üretkenliğe başka bir delil olarak kayda geçiyor. ‘Move’ kelimesini üreten harfleri hemzeminde aydınlık çizgilerle renklendiren sanatçı, akıl ve duyguyu dansa kaldırdığı çalışmasıyla hem bir önce andığımız işine, hem de ondan öncekine adeta selâm söylüyor.

Ruby Anemic’in, ‘Cesaret Yoksa, Zafer de Yok’ / ‘No Guts No Glory’ sözünü bir graffiti tazeliğinde ürettiği 2013 tarihli işi, ya da üstat Sarkis’in mütevazı bir yoğunluk içinde, el yazısı ile Türkçe olarak beyaz neon ile siyaha damlattığı ‘Karanlığın Işığı’ gibi, eleştiri ve espri duygusunu kesiştiren 2011 tarihli ‘Diplomasi Dili’ / ‘The Language of Diplomacy’  adlı çalışma da, emek ve onun görünürlüğü adına ‘İşe Alım’ / ‘Hiring’ kelimesini yoruma açık bırakıyor.

Eserlerin, soyutlamanın özgürlüğü içinde mekânla kurdukları yaratıcı, yapıcı keşif iklimi, bu parlak sanat dalındaki bir çok imzanın koleksiyondaki örnekleriyle de ziyadesiyle art arda geliyor. Tıpkı, 2008’de, Bertrand Ivanoff’un sanat merkezi cephesine 2008’de ‘sarmaladığı’ pembe zaman ‘çatlaklar’ı, Ivan Navarro’nun Borusan Sanat Merkezi’ndeki 2005 tarihli büyüleyici üçlü ‘kestirmeleri’ / (Shortcuts),  Brigitte Kowanz’ın 2011 tarihli, hayatın gelip geçiciliğine iltifat ettiği ‘Vesaire’ / ETC kod isimli  triptik aynası, birçok yapıtıyla koleksiyonu taçlandıran ışık ressamı François Morellet’nin, adeta Modern sanatın babası sayılan Marcel Duchamp’ı yâd ettiği, pisuvar hâleli 2012 tarihli ‘Ready Remake No.1’ gibi.

Jim Campbell, Patlayan Görüntü, 2010.
Fotoğraf: Özge Balkan.

Koleksiyonda bu dalda dikkatimi çeken diğer yapıtlar arasında, Keith Sonnier’nin Perili Köşk’e tavandan saldığı ‘Balo Odası Avize Yerleştirmesi’ (2007), Pawel Pomorski’nin 2008’de sunduğu ‘Multiküp’ü ve Alejandro Almanza’nın emeğe övgü dizdiği çarpıcı maden kasası ‘153.68 Net Çalışma Saati’ anılabiliyor.

Gelin biraz da, koleksiyon üzerinden, kurumun ‘dünya görüşü’ndeki ifade ve biçim zenginliğini delillendiren en yoğun disiplinlerden, ‘Yeni Medya Sanatı’na bakalım:

Burada da,  teknoloji ve bilimin kendini kültür sanata emanet ettiğinde nelere vesile olabileceğine yönelik, alanında devrimsel örneklerle karşılaşıyoruz. Sanatçılar, yapıtlarıyla izleyenleri Dünyanın sıradanlığından adeta azade edici radikallikteki görsel, işitsel ve duyusal ‘metinleri’, bu sanat dalında da önümüze bırakıyor. Hayatın, bilginin ve algının tek bir tabir ve tarifi olmadığını her seferinde tekrar ispat ediyor. Tıpkı, 2013’teki ‘Vicious Circular Breathing sergisi ile gündeme gelmiş Rafael Lozano Hemmer, ya da 2009 tarihli Qualia isimli çalışması ile, doğaya naif, dramatik ve bu yüzden kudreti kendinden menkul bir değişken portre armağan eden, Bengü Karaduman gibi.

İnsan doğasını, deyim yerinde olacaksa doğaüstü bir yorumla kendine iade eden bir çok eseri kucaklayan koleksiyonda, bu yönüyle, Shirley Shor’un 2010 tarihli ‘Self Portrait’ isimli işi,  Go Watanabe’nin 2008 tarihli Face / Yüz  adlı yapıtı, Christa Sommerer ile Laurent Mignonneau’nun ‘Portrait on the Fly’ / ‘Uçuştaki Portre’ si, Alan Rath’in ‘Uçan Göz Kareleri’ (2009) ve 2011’de ürettiği ‘Watcher VIII’ de sayılabiliyor.

Dünyayı, olabilecek en yenilikçi tavır ve biçimle bize tekrar yansıtan sanatçılar, koleksiyonun bu bölümünde yorumladıkları tabiat, medeniyet ve ütopya ile distopya gibi gündem maddelerini de envantere geçiriyor. Bu alanda birbiriyle diyalog halinde olduğu öne sürülebilecek işlere örnek vermek gerekirse, Joanie Lemercier’nin  2015 tarihli ‘Landform’ adlı çalışması, John Gerrard’ın farklı yıllarda ürettiği ‘Güneş Tarlası’ ve ‘Domuz Çiftliği’ temalı çoğul ekran dijital yerleştirmeleri, ya da Perili Köşk balkon saçakları altına bıraktığı devasa ağaç dallarıyla, Thierry Dreyfus’un 2013’de ürettiği ‘Our Dreams Remain Our Dreams’  isimli müthiş yerleştirmesi anılabiliyor. Bu bağlamda beni en çok etkileyen, mekâna özgü projelerden bir diğeri ise, Allard Van Hoorn imzasını taşıyor. Sanatçı, 2015 tarihli ‘034 Kent Şarkısı Nota Dizesi’ / 034 Urban Songline isimli çalışmasında, İstanbul Fındıklı Parkı’na vuran dalgaların sesini, dijital bir ses düzenleyici ve ekranına sevk ederek, baştan çıkarıcı  elektronik bir manzara üretiyor. Bunun gibi, Carsten Nicolai de, kaynağını Boğaz’dan aldığı ‘Future Past Perfect: No 6 for Istanbul’ adlı eserinde bizimle bir kısa filmi buluşturuyor. Benzer şairane tavrı gösteren minimalist yeni medya sanatçısı Jeffrey Blondes da, dijital bir ressam edası ile, 2018 tarihli ‘Vahiy: Dört Gün’ isimli yapıtını 4 ekran ile, dört mevsime özgü yorumuyla koleksiyona sunuyor.

Gülsün Karamustafa, Insomniambule, 2011.

Resim dalı da, yukarıda özetlediğimiz çalışmalara yatkın bir bakış, aynı refakat ve işlerlik hissi ile koleksiyondaki misyonunu ortaya koyuyor. Ritim, renk, çoğulculuk, yalınlık gibi özellikler, soyut dışavurumcu, minimal, figüratif dışavurumcu, veya lekeci bir çok farklı imzaya ait eserde adeta bir görsel lehçe ortaklığını kutluyor. Kemal Önsoy, Bedri Baykam, Abdurrahman Öztoprak, Ekrem Yalçındağ gibi sanatçıların kendi kariyerleri içinde dahi farklı eğilim ve tarihlere değen emsalsiz işlerinin ağırlıkta olduğu koleksiyonun yabancı fırçalarına baktığımızda, yaratıcı enerjinin ürettiği titiz, akışkan, hayranlık verici ve biricik atmosfere görsel övgüler düzen Chris Gallagher ve Jerry Zeniuk gibi sanatçıların eserlerine ağırlık verildiği görülüyor. Zeniuk özelinde biraz daha konuşacak olursak, renklerle yüklü imgelerin, yansıdıkları dünyayı dönüştürmeye yönelik evrensel güzellik çabaları, gerek plastik, gerekse sanatçıya dair felsefi bağlamda, koleksiyonun duruş ve oluş maksadıyla son derece örtüşüyor. Bununla birlikte koleksiyonda, bazı sanatçılar da teker işle ama yine aynı hislere gönül birliğiyle boy gösteriyor gibi görünüyor. Tıpkı, Ian Davenport, Tim Bavington, Lisa Nankivil, Adrienne Farb, Beverly Fishman, Michael Scott, Markus Linnenbrink ve Yağız Özgen’de olduğu gibi.

Diğer yandan, koleksiyonda Herve Heuze’ün 2006 tarihli tuval üzeri akrilik, mavi beyaz soyut dışavurumcu doğa betimlemesi ‘Les Abimes’, Renee Levi’nin 2003 tarihli sonsuzluk göndermeli soyut dışavurumcu çalışması veya Fevzi Karakoç’un 1991 tarihli ‘Adak Sırası’ kompozisyonu gibi, çok ilginç çalışmalar da yerini alıyor.

180’e yakın eser sayısı ile Borusan Contemporary’nin fotoğraf koleksiyonuna da baktığımızda, farklı üslûp ve tarihselliklerin ürettiği zengin bir yelpaze karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, saydığımız ışık temelli yerleştirme ve neon eserler ile, resimlerin vurguladığı ve yukarıda değindiğimiz bağlama göz kırpan akrabalıkta işlerin de olduğu dikkati çekiyor. Sözgelimi A. Halim Kulaksız, Niko Luoma, Thomas Ruff, Boomoon, Seçkin Pirim, In Sook Kim, Ola Kolehmainen gibi sanatçılar, sergiledikleri biçimsel tavır ve biricik ifade yetenekleriyle soyut dışavurumcu resim dilinin özgürlüğe sâdık estetik kaidelerini, objektiflerinden itinayla süzerek, peş peşe koleksiyon envanterine kazandırıyor.

Bununla birlikte, fotoğraf koleksiyonu resim dilinin miras bıraktığı manzara duygusuna saygı duruşunda bulunan şiirsellikte, gerek monokrom, gerek renkli ve gerekse gerçeküstücü pek çok yorumu önümüze getiriyor. Bunların kimileri, söz gelimi Ahmet Ertuğ, Axel Hutte, Reinhard Görner, Lawrence Beck, Domingo Milella, Sıtkı Kösemen, Miru Kim ve Massimo Vitali gibi sanatçılarda gördüğümüz gibi, dokümanter kaygılı bir anıtsallık lezzeti ihtiva ediyor. Bunlara yepyeni bir estetik arayış getiren ve gerek doğal, gerekse tarihsel mekânlara ressamca vurgularda bulunan Chen Jiagang, David Parker, Olaf Otto Becker, Nuri Bilge Ceylan, Michael Kenna, Edward Burtynsky, Axel Hutte, David Drebin, Ellen Kooi, Frank Thiel, Hans Gasser, Hamra Abbas, Lynn Davis, Sebastiao Salgado, Serkan Taycan, Jose Maria Mellado, Thomas Ruff gibi sanatçıları da burada bilhassa anmadan geçmememiz gerekiyor. Tıpkı, duruş ve yaklaşımıyla sanat tarihine mal olmuş ve plastik değerleri açısından ayrı bir parantezi hak eden, üstat Robert Mapplethorpe’un koleksiyonda edindiği haklı yerde olduğu gibi.  

Reinhard Görner, Kitapların Işıldayan Duvarı, New Haven, ABD, 2017.

Borusan Contemporary, ‘göz zevki’ni heykel sanatında da gerek deneysel, gerek kavramsal seçiciliğini yansıtan imzalar ve eserlerle göstermeyi biliyor. Başından beri renk, doku, ritm ve enerji vurgusuyla andığımız yeni medya sanatı, ışık temelli yapıtlar ve resim ile fotoğraf disiplinlerinde görüldüğü üzere, bu sanat dalında da aynı duygusal yoldaşlığı pek çok yapıtla yaşamamız olası görünüyor. Bu bağlamda örnek vermek gerekirse, yapıtlarıyla Ryan David, Kathy Webster, Beat Zoderer, Robert Currie, Eun Mi Chae, Engin Beyaz, Martin Walde, Peter Vogel, Alexandre ve John Gailla, Paul Schwer, Kirstie Rea, Ayşe Erkmen, Liam Gillick, yine başka birkaç eseri ile Beat Zoderer, Andrew Rogers ve Dan Bleier’i burada anmak doğru gibi görünüyor.

Heykel seçkisi, figüratif-soyut dışavurumcu ve malzemede yenilikçi pek çok çalışma ile de kendi içindeki zenginliği tazeliyor. Björn Schülke’nin Modern sanata şapka çıkaran yapıtı, Ernest Trova, Jim Dine, Ardan Özmenoğlu, Cracking Art Group, Kathrin Stumreich, Kutluğ Ataman ve Burak Bedenlier gibi sanatçıların birbirinden farklı ve değerli işleriyle perçinlenen koleksiyon, bu açılardan diğer tüm dallara olduğu gibi, heykel alanına da olabilecek en taze ve güncel sorumluluk içinde yaklaştığını, ihtiva ettiği tüm tabir ve biçimlerin değişkenliğinin zenginliği ile duyumsatıyor.

Koleksiyon, özgün baskı sanatına duyduğu sorumluluğu da, başından beri andığımız estetik beğeni unsurlarına sadakatle devralıyor. Bu minvalde, Peter Coffin, Paul Schwer, Sol LeWitt, Imi Knoebel, Mel Bochner, Peter Halley, Jim Dine, Beat Zoderer, Roy Lichtenstein, Donald Judd, İskender Yediler, Jerry Zeniuk ve Alex Katz gibi isimler, şu ana kadar andığımız listeye ya yeni dahil oluyor, ya da kimi, bu disiplindeki üretimleriyle, kendilerini koleksiyonda yeniden belli ediyor. Bununla birlikte koleksiyonda çağdaş Türkiye sanatının simge imzaları sayılabilecek Erol Akyavaş, Ali Teoman Germaner (Aloş), Berna Türemen, Devabil Kara, Devrim Erbil, Nazan Erkmen, Fevzi Karakoç, Süleyman Tekcan, Mustafa Pilevneli ve Hüsamettin Koçan gibi sanatçıların varlığı da kesinlikle gözden kaçacak gibi durmuyor.

Son olarak da, Türkiye çağdaş sanat belleğine yaptığı fikrî, görsel ve vizyoner katkı ile öncü olmayı neredeyse bir ilke haline getirmek için elinden geleni yapan Borusan Kocabıyık Vakfı işletmesi Borusan Contemporary’nin, bu alana yönelik ısrarlı ilgisi ile adeta kurumun kültürel kimliğini şekillendiren video sanatı seçkisinden söz etmemiz gerekiyor. Türkiye’de koleksiyonerliğin cesaretlendirilmesi ve yenilikçi bir yaklaşıma sevk edilmesi yolunda bu sanat dalına onur duyulacak bir yatırımda bulunan kurum, bunu yaparak Dünya sanat sahnesine olduğu kadar, Türkiye sanat tarihinin geleceğine de fiilen sahip çıktığını ortaya koyuyor.

Bu iddialı iltifatların karşılığını alabilmek için, özellikle koleksiyondaki Türkiyeli sanatçıların isimlerine bir göz atmak, sanırız oldukça makul:  Ali Kazma, Kutluğ Ataman, Aslı Çavuşoğlu, Bengü Karaduman, Gülsün Karamustafa, Başak Kaptan, Nasan Tur, Cevdet Erek, Erdal İnci, Refik Anadol ve Ergin Çavuşoğlu, Esra Ersen ile Özlem Uzun gibi sanatçıların çalışmaları, bu sanatın günümüze kadar aldığı nesiller ötesi yolu görebilmemiz adına da değerli bir arşiv niteliği kazanıyor. İlgili dalın küresel örneklerine baktığımız zaman ise, performans sanatı ile dirsek teması kuran Kwan Sheung Chi, George Barber, Hannu Karjalainen, Elena Kovylina gibi çalışmalarla birlikte, izleyiciyi bambaşka diyarlara taşıyan anlatıları ve imgeleri ile, Rick Silva, Wang Wang Sishun, Eelco Brand, Miguel Chevalier, Levi Van Veluw, Jennifer Steinkamp ve Claudia Hart gibi pek çok ismin, keşfedilmeyi beklediği görülüyor.  

Netice yerine, Borusan Contemporary sanat koleksiyonu, sanatı yaşam alanlarına, yaşamı ise yapıtların ta derinliğine sürükleyici duruşu ile dikkati çekiyor. Kuruluş, bugünün  koleksiyonuyla oluşturduğu ödünsüz ifade çeşitliliği ile, kamuoyunun geleceğini daha da yeni, beklenmedik ve evrensel olana tüm güvencesi ile kusursuz bir ahenk içinde sevk etmiş oluyor.  Aydınlığın ışığı, kaynağını yapıtlar arasındaki etkileşimin ürettiği enternasyonal sanat ve kültür tarihinden alıyor.

 

YAZAR HAKKINDA
Evrim Altuğ
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema - Televizyon Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü’nde (burslu olarak) bir süre eğitim aldı; aynı üniversitede Tasarım Kültürü ve Yönetimi Sertifika Programı’na katıldı. 2003’te yeniden faaliyete açılan Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği - AICA Türkiye’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Derneğin Türkiye biriminde iki dönem boyunca başkanlık görevini üstlenen ve halen yönetim kurulu üyesi olan Altuğ,  halen Art Unlimited, Gazete Duvar, Hürriyet Kitap-Sanat ve Arkas News gibi basılı ve dijital mecralarda kültür - sanat gazeteciliğini sürdürüyor. Açık Radyo'da Yolgeçen programına Rahmi Öğdül ile devam eden, SAHA derneğinin konuk yazar programına 2019’da seçilen Altuğ, yine Açık Radyo’da, İlksen Mavituna editörlüğündeki Açık Dergi kapsamında da kültür - sanat gazeteciliğini sürdürüyor.  Altuğ ayrıca, son dönemde de Zilberman Galeri'nin Istanbul direktörlüğünü üstlenmiş bulunuyor.

Sayfayı Paylaş