Blog

Zamansız Mitolojiler

28 Şubat 2024 Çrş

Necmi Sönmez ile “Dijital Mitolojiler” Üzerine Bir Röportaj

DENİZ CAN
denizdcan@me.com

Eminim pek çok kişi Daphne’nin bir defne ağacına dönüştüğü mitolojik hikâyeyi ya da Kral Oedipus’un trajedisini duymuştur.

Zeus’un büyülendiği İo’nun hikâyesi çocukluğumun, Simurg Destanı ise daha yakın zamanların en sevdiğim mitolojik hikâyelerdendir. Zeus, güzeller güzeli, iyi kalpli ve masum ölümlü İo’ya bir süreliğine kendini kaptırmıştır. Ancak kıskançlığıyla, parçası olduğu tüm hikâyelerin kötü karakteri olma talihsizliğini yaşayan ve mütemadiyen aldatılan Hera’nın bu ilişkiye itirazı vardır. Hera’nın gazabına uğramaması için Zeus önce İo’yu bir ineğe dönüştürür. Fakat durumdan şüphelenen Hera hemen İo’ya bir sinek musallat ederek intikamını almaya, acısını ve öfkesini bir nebze hafifletmeye çalışır. Kendisini bu sinekten kurtarmak için sulara atan zavallı İo’nun İstanbul Boğazı’nı meydana getirdiği iddia edilir. Benim kısaca anlattığım bu versiyonda burası Altın Boynuz (Golden Horn) yani Haliç’tir. Simurg ise, kurtarıcılarına ulaşmak için çıktıkları zorluklarla dolu yolda pes etmeden devam etmeyi başaran otuz kuşun hikayesini anlatır. Aradıkları kurtuluşun kendileri olduğunu ancak Kaf Dağı’na varınca anlayan bu kuşların iradeleri beni her zaman etkilemiştir.

Hepimiz zaman zaman mitolojik hikâyeleri birer masal gibi ya da büyülü bir dünyadan gelen anlatılar olarak dinlemekten keyif alır ve vardığı noktaya hayret ederiz. Belki de bu sebeple Carl Jung, mitolojiyi bilinç dışına giden kapıyı açan iyileştirici bir araç olarak değerlendirmiştir.

16 Eylül 2023 itibariyle Dr. Necmi Sönmez küratörlüğü ve Borusan Contemporary ev sahipliğinde “Dijital Mitolojiler” sergisi, Alice Sharp’ın küratörü olduğu “Mat Collishaw: Aritmi” sergisiyle eş zamanlı olarak kapılarını ziyaretçilere açtı. Yeni ve eski imge kavramları üzerinden bir kıyaslama ve ilişkilenme ihtimali doğan yapıtlar arasında neon heykeller, video yerleştirmeler, işlenmiş fotoğraflar, kâğıt çalışmalar, tuval ve kolajlar bulunuyor.
 
Sönmez’in sergiyle gündeme getirdiği, Yeni Medya Sanatı’nın mitolojileri tanrı ve tanrıçaların tekelinden çıkarıp demokratikleştirdiğine dair öneri, bugün gelişen teknolojiyle artan erişilebilirliğin doğal sonuçlarından biri. Üstelik bu etkiler sadece sanatta değil hayatın her alanında görülmekte.

“Dijital Mitolojiler” sergisinin ikinci katında Erwin Redl’ın mekâna özgü müdahalesi Dolambaçlı’ya (2013) eşlik eden John Gerrard’ın Türünün Son Örneği (Martha) adlı yapıtı bana nedense Simurg efsanesini hatırlattı.  Yaşamının tamamını Cincinnati Hayvanat Bahçesi nde geçirdikten sonra, 1914 yılında yine burada ölen Martha adlı soyunun son örneği olan güvercin de acaba tek başına kalmamış olsaydı, kurtuluşu bulabilir miydi?

Claudia Hart, “Rüya”, 2009.

“Dijital Mitolojiler” sergisinin girişinde ziyaretçileri karşılayan Brigitte Kowanz’ın Spatium adlı yapıtı, ışık, mekân algısı ve dil üzerine deneylerin bir ürünü. Aralık, ara ya da gök cisimleri arasında sonsuz olduğuna inanılan boşluk anlamına gelen kelimenin (spatium) harflerinin arasında bu bahsi geçen boşluklar gibi ama bu sefer sınırlı boşluklar yer alıyor. Yapıt aynı zamanda içindeki boşluğu kapsayan bir küre formunda. Diğer yandan, neondan yayılan ışık bu kütlenin dışına sızarak genişliyor ve sınırları belirsizleştiriyor.

Işığın mekâna yayılması ya da yüzeyle ilişkisi üzerinden mekân algısıyla oynayan başka yapıtlar da sergide yer alıyorlar. Örneğin, François Morellet’nin Neonlar 3D: 60-90-35, Chul Hyun Ahn’ın Ayna Çizimi ve Erwin Redl’ın Dolambaçlı ve Keith Sonnier’nin Balo Salonu Avizesi Yerleştirmesi adlı eserleri aklıma ilk gelenler.

Jennifer Steinkamp’ın Papatya Zinciri adlı yapıtı aracılığıyla mekânda açık bir pencere varmış hissi kaplıyor insanın içini. O pencereden belki Boğaz’a bakınca, İo da katılıyor bu sanatçılara ait anlatıların arasına.

Deniz Can Taşçı: Borusan Contemporary’nin yeni koleksiyon sergisi üzerine yazdığım bu metinle ilgili çalışmaya başladığımdan itibaren içimdeki yoğunluklu his bu serginin ilk ilham tohumlarının John Gerrard’ın Türünün Son Örneği (Martha)adlı yapıtıyla atıldığıydı. “Dijital Mitolojiler” etrafında şekillenen bir sergi kürasyonu yapma konusunda ilhamınız nereden geldi?

Necmi Sönmez: Serginin hazırlanış sürecindeki ilk belirleyici olgular, Kumru Eren’le ortak çalışmamız sonucunda belirlemiş olduğumuz çerçeveler oldu. Çok kapsamlı bir yapıya sahip olan Borusan Contemporary Koleksiyonu’nu daha önce ele alınmayan açılardan yorumlarken nelere dikkat etmemiz gerekir diye zamana yayılan süreç içinde çalıştık. Bunun sonunda Perili Köşk’ün her katında mümkün olduğu kadar aynı sanatçıya ait eserleri bir araya getirerek bir panorama oluşturma fikri gelişti. Çünkü koleksiyonda birçok sanatçının neredeyse on yıldan fazla zaman sürecine yayılan dönemsel çalışmaları yer alıyordu. Bunlar üzerine çalışırken Borusan Contemporary açılış sergisinden beri ana girişinde yer alan Daniel Canogar’a ait video heykelin yerinin değişmediğini fark ettim. Bunun yerine ne gösterebiliriz fikri üzerine yoğunlaşırken koleksiyonda ağırlıklı olarak temsil edilen Brigitte Kowanz’ın neon heykeli Spatium karşıma çıktı. Canogar ile Kowanz’ın yerinin değiştirilmesiyle başlayan ilham sürecindeki önemli adım John Gerrard’ın Türünün Son Örneği (Martha) oldu. Borusan Contemporary siparişiyle gerçekleştirilmiş olan bu eseri Perili Köşk ana asansörünün önündeki alana yerleştirme fikri hem serginin isminin belirmesine hem de diğer sergi alanlarında nasıl yürümem gerektiğine dair yol gösterici oldu.

DCT: Şimdiye kadar sizinle iki sergide birlikte çalışma fırsatımız oldu. Daha önce gerçekleştirdiğiniz sergileri de büyük bir keyif ve merakla takip ettim. Bu deneyimlerden yola çıkarak biliyorum ki gerçekleştirdiğiniz sergilerde seçilen eserler kadar anlatılan hikâye ve öncesinde yürütülen araştırma da önemli bir yer tutuyor. Bu sergi aracılığıyla aktarmak istediğiniz ve eserler arasında köprü kuran anlatıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

NS: İlk kuruluş yıllarından itibaren yakından takip ettiğim Borusan Contemporary Koleksiyonu çok odaklı bir yapıya sahip. Bunu birkaç kavram, cümle ya da sanatçı ismi vererek özetlemek mümkün değil. Ama eserler arasında sağlam bir görsel ilişki olduğu daha ilk bakışta belli oluyor. Beni ilgilendiren bu ilişkiyi nasıl farklı bir çizgide ele alabileceğim, yeni bağlar, bağlantılar için hangi ortaklıkları kurabileceğim oldu. Sergi hazırlıkları sırasında sıkıştığım bir noktada Gluck’un Orphe ve Eurydice operasını dinliyordum. Çocukluğumdan beri mitolojik kahramanlar, onların arasındaki tuhaf aşk hikayeleri, akrabalıkları, mücadeleleri ilgimi çekerdi. Sergi üzerine çalıştıkça tanıklığını üstlendiğimiz zamanların da farklı dijital teknolojiler kullanarak şimdiki zamanın mitolojilerini kurguladıklarını düşünmeye başladım. Yeni bir üretim biçimi olan dijital teknikler sanatçılara kendilerine ait mitolojileri kurgulama olanağı sağladıkları için daha önce tanrıların, tanrıçaların hikâyelerinden oluşan mitolojinin demokratikleşerek günlük hayatın parçası olan veriler haline geldiğini algıladım. Böylece sanat kendisini kuşatan kutsallıktan, yücelikten, sıyırarak, elektrik ışığının, neonun aydınlattığı koridorlarda günümüze ait duyguların, düşüncelerin ortaya çıktığı imgesel alanlara dönüşmüştü. Sergideki ana anlatı bugüne ait duygular, düşünceler ve özlemler üzerine yoğunlaşıyor.

DCT: Ziyaretçilerin bu sergiden edinmelerini istediğiniz belirli mesaj ve hedefler bulunuyor mu?

NS: Samimiyetle belirtmek isterim ki, benim izleyicilere belli mesajlar taşıma gibi bir eğilimim yok. Onlara eserlerle baş başa kaldıklarında kişisel bir tecrübe yaşamalarına olanak sağlayacak çevresel koşulları hazırlamak beni daha fazla ilgilendiriyor. Sonuçta unutmamamız gereken bir konu var: Borusan Contemporary klasik bir müze alanı, bir tür white cube değil. Bu bana en başından beri çok cazip geldi. Burası haftanın beş günü çok yoğun bir tempo ile çalışılan, üretim yapılan bir yer, dolayısıyla her köşesinde emeğin, özverili çalışmanın izleri var. Ben bu izlerin yanına, etrafına yerleştirilmiş olan sanat eserleriyle “dijital mitoloji”kavramını bir araya getirmeye çalıştım. Giderek dijitalleşen bir çalışma ortamında dijital teknolojiyle üretilmiş çalışmaları sergilemek belli önyargıların kırılması açısından da önemli.

DCT: Bu eser seçkisinin kürasyonu sırasında karşılaştığınız zorluklar ve değerlendirmek zorunda olduğunuz konular oldu mu?

NS: Borusan Contemporary Koleksiyonu’ndaki çalışmaların önemli bir bölümü Borusan’ın farklı üretim ve yönetim yerlerinde asılı olduğu için bunların toplanılması, güncel kondisyon raporlarının çıkarılması gerekiyordu. Ama özveriyle çalışan bir ekiple birlikte olduğum için bu ve buna benzer zorlukları aşma konusunda hiçbir zorluk yaşamadım.

DCT: Sizin için sergide yer alan ve birbiriyle konuşan çeşitli işler arasındaki hangi etkileşimlerin altı çizilmeli? Belirli işler arasında bilinçli olarak kurulan zıtlık ya da bağlantılar bulunuyor mu?

NS: Bu güzel soru, sergide katlar arasındaki dikey birliktelikleri ortaya koymak için güzel bir fırsat. Ana girişte asılı olan Kowanz heykeli ile başlayıp aşağı yukarı tüm katlarda neon/ışık kaynaklı çalışmalarla tekrarlanarak sekizinci kattaki Keith Sonnier’ye ait tavan heykeliyle tamamlanan beraberlikler zincirini vurgulamak gerekir. Ayrıca koleksiyonda renk olgusu son derece önemli bir belirleyiciliğe sahiptir. Ayşe Erkmen’in ikinci katın balkonunda yer alan yer heykeli, üst teras katında yer alan Beat Zoderer’e ait çalışma ile Ekrem Yalçındağ’ın kuledeki duvar resmiyle birlikte ele alınması gereken bir “renk yorumunu” ön plana çıkarıyor. Sergiyi detaylı olarak izleyenler bu ve buna benzer birliktelikleri keşfedeceklerdir diye düşünüyorum. Bir de asansörlerin açıldığı alanlarda sergilenen tek kanallı video çalışmalarının üst üste gelerek oluşturdukları akan imge zincirinden bahsetmek istiyorum.

Lisa Nankivil, “Jimi Hendrix’in Ardından”, 2008.

DCT: Kürasyon sürecinde ortaya çıkan beklemediğiniz ve sizi şaşırtan ilişkiler ve diyaloglar ortaya çıktı mı eserler arasında?

NS: Laurent Bolognini’ye ait kinetik bir heykeli çok uzun süreden sergilemek istiyordum. Bu çalışma sergiden önce ikinci kattaki açık alana yerleştirildi. Sergiyi kurarken akşam alacasının muhteşem Boğaziçi ışıklarıyla aydınlandığı bir anda bu katta sergilediğim Brigitte Kowanz’a ait çalışmanın refleksiyonları da camda belirince çok şaşırmıştım. Bolognini de Kowanz da elektrik ışığını çalışmalarında kullanıyorlardı ve yansımalar sayesinde bir araya geldiler. 3. katta Lisa Nankivil ile Yağız Özgen’in soyut karakterli tuvallerini arka arkaya odalara astıktan sonra onlara belli bir perspektiften baktığımda daha önce fark etmediğim ortaklığın belirmesi hoş bir sürpriz oldu.

DCT: Dijital Mitolojiler sergisini keşfeden ziyaretçilere yaşatmayı umduğunuz deneyimden bahseder misiniz?

NS: Sanatın bugüne, yaşadığımız zamana ait bize verdiği önemli mesajlar var. Dijital teknolojiler bu alanda oldukça kapsamlı tecrübelerin kapılarını aralayabiliyorlar. Konuşmamıza John Gerrard’ın çalışmasıyla başlamıştık. Bu çalışma artık nesli tükenmiş olan bir güvercinin etkileyici hikayesini gündeme getiriyor. Shilpa Gupta’nın led ışıklar kullanarak yazdığı cümle, her gün, her sabah uyandığımızda bizi bekleyen dünyanın aslında can sıkıcı tekrarlardan arınmış bir şans olduğunu vurguluyor. Yedinci katta Claudia Hart’ın Rüya isimli videosunda günümüz insanın varoluş serüvenine dair son derece güçlü mesajlar var.

DCT: Eserler aracılığıyla uyandırmak istediğiniz belirli hisler, düşünceler ya da tartışmalar bulunuyor mu?

NS: Hayır benim böyle bir hedefim yok. İzleyicinin bunu kendi çabası, görme biçimiyle kavrayarak yanıtlaması, kendi bakış açısını geliştirmesi bana daha doğru geliyor.

DCT: Dijital sanatın insanı içine alan potansiyelini, sergi mekanının fiziksel sınırlarıyla nasıl dengelemeyi başladınız?

NS: Ben kavram çerçeveyi oluştururken sergi mekânından, onun sınırlarından çok, koleksiyondaki eserlerin nasıl daha farklı olarak yorumlanabileceğinden yola çıkıyorum. Koleksiyonda dijital işler kadar fotoğraf, resim ve yerleştirmeler de var, dolayısıyla onlar için de belli bir sunum tekniği geliştirmem gerekiyor. Öte yandan sizin de vurguladığınız gibi Perili Köşk kendi mimari yapısıyla sergileri çerçeveleyen bir özelliğe sahip. Bu da yapacağım yorumu etkiliyor. Ama sanatçılarla birlikte çalışarak, onların katkıları ve destekleriyle birçok zorluğu aştığımı söylemeliyim.

 

YAZAR HAKKINDA
Deniz Can
İzmir’de 2011 yılında program koordinatörlüğünü üstlendiği KKSM ile sanat sektörüne dahil olan Deniz Can, burada yerel yönetimler, kültür kurumları ve üniversitelerin desteğiyle aylık çıkardığı rotalar üzerindeki sergilerin anlatım eşliğinde gezildiği ilk Sanat Rotası etkinliklerini gerçekleştirdi. Etkinlik serisi, bugün kurucu ortağı olduğu deneyimsel sanat girişiminin tohumlarını attı. Sanat ve izleyici deneyimi odaklı çalışmalarını İstanbul, İzmir ve yurt dışında sürdüren Can, İzmir’de kuruma bağlı edindiği küratörlük tecrübesini bağımsız olarak sürdürmek üzere İstanbul’a yerleşti. Özel İzmir Amerikan Koleji, Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Yüksek Lisans eğitimini tamamlayan Can, akademik yazım alışkanlığını profesyonel olarak sürdürmektedir.

Sayfayı Paylaş